Ankara’da huzurum yerindeydi. Herhangi bir sıkıntım yoktu. Seyahat etmedikçe ve rutini bozmadıkça. Ama böyle de yaşanmıyordu işte. Belli bir süre şehirde kalınca sıkılıyordum.
Yakın bir arkadaşımın eşi ile Sivas’a
tayinleri çıkmıştı. Ortak arkadaşımızla birlikte Sivas’ın yolunu tuttuk. İlk
kez gitmiştim. İlk gün merkezi gezmiştik. Madımak otelini görünce içim bir fena
olmuştu. Arkadaşlarımın evi tam tren raylarının kenarında idi. O yüzden çok ses
geliyordu. İlk gece korkunç kabuslar görmüştüm. Seslerden çok rahatsız
oluyordum. Kendimi hiç güvende hissetmiyordum.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de aklıma
annem düştü. Annemin güvende olmadığını düşünmeye başladım. Başına bir şey geleceğinden
neredeyse emindim. Ama bu düşüncelerimi arkadaşlarımla paylaşmaktan
çekiniyordum, düşüncelerimin rasyonel olmadığının farkındaydım ama elimde
değildi. Kafamı kemiriyordu bir şeyler. Hiç kendimde değildim. Arkadaşım bize
etrafı gösterecekti ve güzel bir yerde döner yiyecektik. Ama ben dışarıda et
yemekten korkuyordum. Ya zehirlenirsem ne olurdu düşüncesindeydim. Kendimi tam
bir kapana kısılmış gibi hissediyordum. Kontrol bende değildi ve bu çok canımı
sıkıyordu. Halbuki arkadaşlarım dünyanın en şeker insanlarıydılar. Ama beni
anlayamıyorlardı.
Maalesef kaygı bozukluğu yaşayan insanların
çevresindeki insanlar kaygı bozukluklarını çok anlamlandıramayabiliyor ve kaygı
bozukluğu yaşayan kişiyi arkadaşı dahi olsa sanki kapris yapıyor gibi sanıp
yanlış değerlendirmelerde bulunabiliyorlar. Benim seyahate çıktığım arkadaşım
da beni çok anlayamamıştı. ve ben bir yandan kaygılarımla boğuşurken bir yandan
da onun anlayışsızlığı ile uğraşmak zorunda kalmıştım. Kısaca kendimi kötü
hissettim. evet o da bir seyahate çıkmıştı, böyle bir şey beklemiyordu ama
benim elimde değildi işte.
Akşamüstü eve döndüğümüzde deli gibi ağlama
nöbetine tutuldum. Anneme bir şey oldu diye ağlıyordum. Huzursuzluğum sel olup
akmaya başlamıştı. Kimse sakinleştiremiyordu. Gitmek istiyordum. Tek huzur
bulduğum yer odamdı. Odama kavuşmak istiyordum. Gerçekten olanlara
inanamıyordum ama sakinleşemiyordum da. En son aklıma annemin arkadaşını aramak
geldi. Annemin kocaman bir insan olduğunu, kendine bakabilecek kendini
koruyabilecek yeterlilik düzeyinde olduğunu boş yere endişelenmemem gerektiğini
söylüyordu. Ondan anneme uğramasını rica etmiştim ve bu sayede biraz
sakinleşmiştim. Daha kalmamız gereken 2 gece vardı ama ben ertesi güne bilet
alıp Ankara’ya dönmeye karar verdim. O kadar kötüydüm ki arkadaşıma benle
gelmesini isteyecektim ama sabah uyandığımda biraz daha iyiydim ve tek başıma
Ankara’ya dönmeye karar verdim.
Otobüse oturduğumda o fırtına dinmiş ve
yerini rengârenk gökkuşağı almıştı zihnimde. O kadar huzurluydum ki taktım kulaklıklarımı
ve kendimi müziğin iyileştirici gücüne bıraktım. Müziğin insanı
dinginleştirdiğini çok iyi biliyordum. Benim de ruh halimi çok olumlu
etkiliyordu müzik dinlemek. Huzurlu bir şekilde Ankara’daki evime ve anneme
kavuştum. Ama geçirdiğim rahatsızlık beni çok huzursuz etmişti. Acaba anneme
bağımlı mıydım? Ondan daha kopamamış mıydım? Sivas’tayken Ankara’ya döner
dönmez doktora gideceğime kendime söz vermiştim ancak kendimi iyi hisseder
hissetmez sözümü unutmuştum. ABD'de yaşayan çok yakın arkadaşıma durumu
anlatıyordum. Yaşadıklarımın hiç normal olmadığını söylüyor ve sürekli beni
dr.'a gitmem konusunda telkinlerde bulunuyordu ama ben çok çekiniyordum.
Evden çıkmadığım, iş-ev rutinini bozmadığım
sürece sıkıntım çok yoktu. Ama ben bu şekilde yaşayamazdım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder