4 Ocak 2020 Cumartesi

Doktor gezmeleri



ve bir süre sonra gerçekten çok kötü hissettim. sanıyorum geçirdiğim bir hastalık sonrası haftalarca iyileşemedim.. farkettim ki ruhsal bozukluğum fiziğime yansımış ve artık fiziksel olarak da çok güçsüz olmuşum. zaten ciddi bir kilo kaybım da mevcuttu.. çok vitaminsiz kalmıştım.

önce tanıdıklar aracılığı ile iki psikiyatrist ile görüştüm. ilki büyük bir hastanede çalışıyordu. onla konuşmak bana çok iyi gelmişti. çıktığımda kendimi çok iyi hissetmiştim. bana 50 dk yürüyüş vermişti. ancak bir süre sonra iyi halim bitti ve başa döndüm.. dolayısıyla 2. psikiyatriste gittim. o da antidepresan yazdı. ancak içmek istemiyordum çünkü yan etkilerinden fena korkuyordum..
antidepresanı fena büyütmüştüm gözümde. kadın bana kendini kötü hissettiğinde hastalanman daha kolay olur demişti. onu dinliyordum ama hiç kendimde değildim..

ilaç içmeyi reddetmeye devam ettim . ama kötüydüm işe bile gidemiyordum arabayı kullanamıyordum trafik beni çok kötü yapıyordu. kapana kısılmış gibiydim.. başım sürekli dönüyordu halsizdim. sırt ağrılarım için fizik tedavi vermişti dr. 14 günlük seansın sadece 4 gününe gidebilmiştim.

ve arkadaşım tavsiyesi ile bir psikoloğa gittim. o bana beni tedavi edemeyeceğini çünkü anksiyete seviyemin çok yüksek olduğunu söylemişti. genel olarak da konuşmuştuk ve çok rahatsız olmuştum bazı konuşmalardan ama ikna etmişti beni ve başka bir arkadaşımın tavsiyesi ile bambaşka bir psikiyatriste gittim. kendisi ile tanışmak bile bana huzur vermişti. sohbet havasında geçen konuşmalardan sonra yaygın anksiyete bozukluğu teşhisimi aldım ve önce düşük doz sonra artırarak antidepresan tedavime başladım..

1 haftada etkisini gördüm diyebilirim. ve içmeyi reddedip geçirdiğim hasta zamanlarıma çok üzüldüm.. kısa sürede toparladım ve eskisinden de iyi oldum. ilk hafta az mide bulantısı haricinde bir yan etki görmedim.

anksiyete her şeyi kafamda balon gibi büyütüyordu.. neyse ki ilaç tedavim kısa sürede yanıt verdi ve ben tekrar normale ve sosyal hayatıma dönmeye başladım... 


13 Ekim 2019 Pazar

Sıkıntılı Sivas Gezisi


Ankara’da huzurum yerindeydi. Herhangi bir sıkıntım yoktu. Seyahat etmedikçe ve rutini bozmadıkça. Ama böyle de yaşanmıyordu işte. Belli bir süre şehirde kalınca sıkılıyordum.
Yakın bir arkadaşımın eşi ile Sivas’a tayinleri çıkmıştı. Ortak arkadaşımızla birlikte Sivas’ın yolunu tuttuk. İlk kez gitmiştim. İlk gün merkezi gezmiştik. Madımak otelini görünce içim bir fena olmuştu. Arkadaşlarımın evi tam tren raylarının kenarında idi. O yüzden çok ses geliyordu. İlk gece korkunç kabuslar görmüştüm. Seslerden çok rahatsız oluyordum. Kendimi hiç güvende hissetmiyordum.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de aklıma annem düştü. Annemin güvende olmadığını düşünmeye başladım. Başına bir şey geleceğinden neredeyse emindim. Ama bu düşüncelerimi arkadaşlarımla paylaşmaktan çekiniyordum, düşüncelerimin rasyonel olmadığının farkındaydım ama elimde değildi. Kafamı kemiriyordu bir şeyler. Hiç kendimde değildim. Arkadaşım bize etrafı gösterecekti ve güzel bir yerde döner yiyecektik. Ama ben dışarıda et yemekten korkuyordum. Ya zehirlenirsem ne olurdu düşüncesindeydim. Kendimi tam bir kapana kısılmış gibi hissediyordum. Kontrol bende değildi ve bu çok canımı sıkıyordu. Halbuki arkadaşlarım dünyanın en şeker insanlarıydılar. Ama beni anlayamıyorlardı. 

Maalesef kaygı bozukluğu yaşayan insanların çevresindeki insanlar kaygı bozukluklarını çok anlamlandıramayabiliyor ve kaygı bozukluğu yaşayan kişiyi arkadaşı dahi olsa sanki kapris yapıyor gibi sanıp yanlış değerlendirmelerde bulunabiliyorlar. Benim seyahate çıktığım arkadaşım da beni çok anlayamamıştı. ve ben bir yandan kaygılarımla boğuşurken bir yandan da onun anlayışsızlığı ile uğraşmak zorunda kalmıştım. Kısaca kendimi kötü hissettim. evet o da bir seyahate çıkmıştı, böyle bir şey beklemiyordu ama benim elimde değildi işte. 

Akşamüstü eve döndüğümüzde deli gibi ağlama nöbetine tutuldum. Anneme bir şey oldu diye ağlıyordum. Huzursuzluğum sel olup akmaya başlamıştı. Kimse sakinleştiremiyordu. Gitmek istiyordum. Tek huzur bulduğum yer odamdı. Odama kavuşmak istiyordum. Gerçekten olanlara inanamıyordum ama sakinleşemiyordum da. En son aklıma annemin arkadaşını aramak geldi. Annemin kocaman bir insan olduğunu, kendine bakabilecek kendini koruyabilecek yeterlilik düzeyinde olduğunu boş yere endişelenmemem gerektiğini söylüyordu. Ondan anneme uğramasını rica etmiştim ve bu sayede biraz sakinleşmiştim. Daha kalmamız gereken 2 gece vardı ama ben ertesi güne bilet alıp Ankara’ya dönmeye karar verdim. O kadar kötüydüm ki arkadaşıma benle gelmesini isteyecektim ama sabah uyandığımda biraz daha iyiydim ve tek başıma Ankara’ya dönmeye karar verdim.

Otobüse oturduğumda o fırtına dinmiş ve yerini rengârenk gökkuşağı almıştı zihnimde. O kadar huzurluydum ki taktım kulaklıklarımı ve kendimi müziğin iyileştirici gücüne bıraktım. Müziğin insanı dinginleştirdiğini çok iyi biliyordum. Benim de ruh halimi çok olumlu etkiliyordu müzik dinlemek. Huzurlu bir şekilde Ankara’daki evime ve anneme kavuştum. Ama geçirdiğim rahatsızlık beni çok huzursuz etmişti. Acaba anneme bağımlı mıydım? Ondan daha kopamamış mıydım? Sivas’tayken Ankara’ya döner dönmez doktora gideceğime kendime söz vermiştim ancak kendimi iyi hisseder hissetmez sözümü unutmuştum. ABD'de yaşayan çok yakın arkadaşıma durumu anlatıyordum. Yaşadıklarımın hiç normal olmadığını söylüyor ve sürekli beni dr.'a gitmem konusunda telkinlerde bulunuyordu ama ben çok çekiniyordum. 

Evden çıkmadığım, iş-ev rutinini bozmadığım sürece sıkıntım çok yoktu. Ama ben bu şekilde yaşayamazdım. 

Milano Seyahati



Sonunda taşındık. Gerçekten sessiz sakin ve huzurlu bir ortamdı taşındığımız yer. Kısa sürede uyum sağladım. Sessizlik o kadar güzel gelmişti ki balkondan öylece parkı izliyordum saatlerce. İlk zamanlar böyle geçiyordu. Huzuru resmedebilirdim :)

Ara ara yaşadığım kaygı bozukluklarına rağmen seyahat etme arzum bir türlü bitip tükenmiyordu...

Bir arkadaşımdan öğrendiğim bir geziye katılmaya karar verdim. Bir öğrenci klübü Milano’ya 3 haftalık bir gezi düzenleyecekti. Heyecanla başvurdum ve başvurum kabul edildi. İtalya’yı çok görmek istediğimden çok mutluydum. Benimle beraber iki Türk arkadaş da vardı. Dolayısıyla uçakta yalnız olmayacaktım. Bu düşünce beni rahatlatıyordu.

Yanımda arkadaşlar olmasına rağmen doktor tavsiyesi ile uçağa binmeden yarım saat önce bir sakinleştirici aldım. Yolculuk boyunca huzurlu bir şekilde uyudum. Doz biraz fazla geldiğinden kendime gelmem biraz zaman aldı. Ama uçak indiğinde kendimdeydim.

Organizasyon komitesi bizi Milano’nun arka sokaklarında bir hostel’e yerleştirdi. Hostel oldukça kalabalık ve pisti. Biz de kalabalık ve güzel bir gruptuk. 8 kadın aynı odada kalıyorduk. Daha önce hiç yurt hayatım olmadığı için bana oldukça ilginç gelmişti bu kadar fazla insanla aynı odada kalmak.

Hem bir yandan comfort zone denilen “güvenli alan”’ımdan çıkmaya çalışıyordum ama aynı zamanda çok zorlanıyordum. Şöyle ki, gündüz sabah erken kalkıyor, bütün gün 30 derece sıcağın altında Milano’nun sokaklarını geziyorduk. Akşam ayrı bir program oluyordu. Hostele döndüğümüzde çok yorgun olsak bile kişi sayısının fazla olması nedeniyle o ışık gece 3’e kadar sönmüyordu. Gece uyuyamayınca ertesi gün de yorgun kalkıyordum ve gün verimli geçmiyordu.

Como gölünde bir gece kalmaya gittik ertesi gün. Bir ilkokulun spor salonunda tüm katılımcılar yan yana uyku tulumlarımızla kalacaktık. İçimden kesin üşütüp hasta olacağım geçiyordu. Ek olarak o kadar kalabalıkta uyuyabileceğimi de pek sanmıyordum. Como gölüne vardığımızda mükemmel bir doğa karşıladı bizi. Gerçekten doğanın, gölün, yürüyüşün üzerimde her daim oldukça olumlu bir etkisi olmuştur. Kaygılı geçirdiğim iki geceden sonra Como gölü çok iyi gelmişti bana. Gölün etrafındaki huzurlu yürüyüşten sonra kalacağımız ilkokula gittik. Spor salonu oldukça büyüktü ve altımıza sereceğimiz mavi süngerlerden vardı. Hemen onlardan bir tanesini alıp üstüne uyku tulumumu serdim. Dışarda gölün kenarında güzel bir piknik bekliyordu bizi. Tüm huzursuzluğum yok oldu. Kitaplardaki gibi bir akşamdı. Gitarlar çalınıp şarkılar söyleniyordu. Güzel bir yemek de eklenince keyifli bir akşam oldu. Sonrasında hep beraber spor salonunun yolunu tuttuk. Herkes uyku tulumuna kıvrıldı. Düşündüğüm gibi bir gürültü olmadı. Kafamda kurduğum onca saçma düşüncenin biri bile gerçekleşmedi ve mışıl mışıl uyudum. En huzurlu gecemdi Milano’da 20 kişi spor salonunda uyuduğumuz gece.
Sabah yine sevimsiz hostele döndük. Ertesi sabah odamıza bir yabancının dalmasıyla uyandık ve hepimiz çok huzursuz olduk. Gerçekten çok huzursuz bir hosteldi. Sürekli eşyalarımıza sahip çıkmamız ve odamızı kilitlememiz tembih ediliyordu. Ama artık yorulmuştum bu durumdan ve sıkıldığımı organizatörlere söyledim ve beni bir eve, Fransız bir kızın odasına taşıdılar. Milano çok pahalı bir şehir olduğu için paylaşımlı odalar ya da evler oldukça yaygınmış.
Fransız kız haricinde evin diğer odalarında farklı ülkelerden insanlar kalıyordu. Oldukça fırtınalı ve yağmurlu bir Milano gecesinde kocaman bavulumla Fransız kızın odasına taşındım. Açıkçası yalnız başıma bir odada kalacağımı düşündüğümden ve bu gerçekleşmediğinden biraz huzursuz hissetmiştim. Özellikle diğer odalarda hiç tanımadığım insanların kalması beni çok endişelendirmişti. Kafamdan bir tane bile olumlu bir şey geçmiyordu. Sürekli olarak bu insanların bana zarar vereceğini düşünüyordum. Fazla düşünme en büyük sorunumdu. O yaşıma kadar öğretilen olumsuz bilgiler su yüzüne çıkıyordu ve ben evin diğer odalarında kalan tanımadığım erkek ve kızlardan rahatsız oluyordum. Tüm bu olumsuz düşüncelerime dışarıdaki çılgın yağmur da eklenince benim için kâbus dolu bir gece geçti.

Oysaki herkes çok rahattı. Ertesi gün mutfakta karşılaştığım Kübalı, Küba yemekleri yapıyor ve bana gülümsüyor ve akşamki yemeğe davet ediyordu. Bense gergin bir yaydım ve kopmak üzereydim. Evden ayrılıp bizim grupla buluşmak için organizatörle buluştum. Evde de mutsuz olduğumu ve Türkiye’ye dönmek istediğimi söyledim. Keyif almadığım ve huzursuz olduğum bu ortamdan ertesi gün ayrıldım. 3 haftalık organizasyonun sadece 1 haftasını tamamlayabilmiştim. Eve dönüş uçağına bindiğimde içimi yine huzur kaplamıştı. Odam beni çağırmıştı ve ben de kıramamıştım.




Kaygı Bozukluğuna Doğru...



30’lu yaşlarıma yaklaştığımda çeşitli sağlık sorunları ile karşılaştım. Dört kere art arda besin zehirlenmesi geçirdim. Özellikle iki tanesi oldukça ağır geçmişti. Dışarda yemeyi çok seviyordum ve böyle olunca arada sırada zehirlenmek kaçınılmaz oluyordu. 

Ancak en son annemin yaptığı tavuk bile dokunmuştu. 3 ay içerisinde ciddi kilo kaybına uğramıştım. Psikolojim çok bozulmuştu. Dışarıda yemek yememek için arkadaşlarımla buluşmamaya başladım. Buluşunca da tost ile geçiştiriyordum. Artık yemek yemekten gram zevk almıyordum. Yemek yemek bana işkence gibi geliyordu. Çevremde insanlar, Ankara’nın meşhur yemeklerini ballandıra ballandıra anlatırken ben anlamsız gözlerle onları seyrediyordum. İki yıla yakın bir süre dışarıda kati suretle beyaz ve kırmızı et yemedim. Ama kendimi zayıf ve solgun hissediyordum. Bu durum beni biraz eve bağlamıştı. Bu dönem bir süre devam etti.

 Birgün kulağımı deldirmek için pek hijyenik olmayan bir yer seçmiştim. Aslında bu konularda çok hassastım ama ne olduysa oldu işte. Sonra aklıma düştü ve hepatit testi yaptırmak istedim. Sonuçlar oldukça şaşırtıcıydı benim için, zira hepatit C pozitif görünüyordu. Annem acilen hastaneye çağırmıştı beni, ve doğrulama testi için kan vermiştim. Ancak bu testin sonucu birkaç hafta sonra çıkıyordu.


 Araştırmalarıma göre hepatit C oldukça büyük kan nakillerinde ancak geçebiliyordu. Benim böyle bir deneyimim yani herhangi bir ameliyata geçirmişliğim ya da organ nakli gibi bir durumum olmamıştı. Kendimi hepatit C olduğuma baya baya inandırmış ve hayattan elimi ayağımı çekmiştim. Hiçbir şey zevk vermiyordu. Yakın zamanda öleceğime inanmıştım. Zoraki gülüyordum. 

Sonra bir tıp öğrencisi arkadaşıma durumumu anlatınca, kesinlikle üzülmemem gerektiğini ve yalancı pozitif diye bir şeyin var olduğunu söyledi. Bir anda yine hayata bağlanmıştım. Annem her konuda çok destek oluyordu. Heyecanlı kadın gitmiş yerini sakin bir kadın almıştı. Sonrasında test sonuçlarını almıştım ve negatif çıkmıştı. Yeniden doğmuştum. Doktorumun tavsiyesi ile hemen hepatit B aşısı olmaya başladım. Çünkü hepatit B oldukça kolay bulaşabilen bir vürüstü. O zamanlar hepatitin her çeşidini araştırmış ve bilgilenmiştim. Ben zaten oldum olası başkasının makyaj malzemelerini kullanmayan, kesinlikle dışarıda manikür yaptırmayan ve arkadaşlarımla herhangi bir içecek, yiyecek, ya da bardak paylaşmayan birisiydim. Ama aşı oldukça önemliydi ve 3 dozu tamamladığımda kendimi çok daha rahat hissettim. 

 Tüm bu yaşadıklarım bende bazı takıntıların başlamasına neden oldu. Örneğin sürekli ellerimi yıkıyordum. Ellerim artık aşınmıştı yıkamaktan. Umumi tuvaletleri kullanamamaya başlamıştım. İş yerinde bile kat kat gezip en temiz klozeti arıyordum. Bir hırkamı ya da beremi yere düşürdüğümde aşırı tedirgin oluyor onlara dokunamıyordum. Artık bu tür hissiyatlar ağırlığını artırmaya ve beni rahatsız etmeye başlamıştı. 

Gürültüye tahammül edemiyordum. Üst katta çocuklu bir aile oturuyordu ve aşırı gürültü geliyordu odama. Gece kalkıp ağlıyordum. Sabahları karşımızdaki marketten mal yerleştirme sesleri geliyordu ve artık sabrım kalmamıştı. Taşınmak istiyordum. Sessiz bir eve taşınmak istiyordum. Ancak bu çok kolay değildi, zira neredeyse tüm hayatım annemin tüm hayatı aynı mahallede ve evde geçmişti. Ama dayanamıyordum. Annemle ev arayışlarımız hüsranla sonuçlanıyordu. Bir türlü olmuyordu ve bir akşam ağlama krizine tutulmuştum. Deli gibi ağlıyordum. Çünkü her şey üstüme geliyordu ve ben o döngüden çıkamıyordum. 





10 Ekim 2019 Perşembe

Portekiz sen çok güzeldin :)



2007'nin mayıs ayında bir arkadaşımı ziyaret etmek için Portekiz'e gitmeye karar verdim. Kendimle ilgili bir şeye çok hayret ediyordum: hem seyahata çıkmaktan korkuyor ama yine de çıkmaktan geri durmuyordum :) Yine sabaha karşı uçuşuydu. Gece saat çaldı; zaten uyuyamamıştım. sersem gibi kalktım, kalbim deli gibi atıyor. kesinlikle gitmekten vaz geçmiştim. zaten bileti de ucuza almıştım.. ama arkadaşıma götürecek şeyler vermişti annesi. bu bir motivasyon olmuştu... ama yine de yok yapamayacaktım... bir süre sonra bir mucize oldu.. her şeyime karşı çıkan ben tatlış annem "hiç öyle şey olur mu, portekiz çok güzel bir ülkeymiş fotoğraflarına baktım, bence gitmelisin" dedi. o anda bende bir aydınlanma oldu. sanki ilk kez hayatımda annem beni bir şey için cesaretlendirmişti. ben de valizimi aldım ve çıktım.. 

Uçuş Münih aktarmalı oldukça uzun bir uçuştu. Bir şey farketmiştim. Eğer konuşursam rahatlıyordum.. Ben de bir mevzu açıp sağımdaki veya solumdakiyle konuşmaya çalışıyordum. İşe yarıyordu.. heyecanım gidiyordu.. zaten anladım ki anksiyete anlık ve bir süre devam eden ve genellikle bir aksiyon öncesi bastıran bir duygu karmaşası... aksiyonun içine girince de elbette duruma göre devam edebilse de  kontrol edilebilen bir duygu. Ama işte o an fena bir an olabiliyor..

Bu kadar gezmeyi seven birinde yani bende böyle bir durum vardı ve ben inanmakta güçlük çekiyordum.
Ama bir yol ayrımındaydım. Ya elimdekilerle yetinip sadece otobüsle seyahat edeceğim, ya da uçağa binip tüm dünyayı kucaklayacağım. 

Seyhat etmeyi çok seviyordum. Otobüsle yetinemeyecektim. Ama uçakla seyahat de kolay olmuyordu. Çünkü gerçekten hem uçak öncesi hem de zaman zaman çıktığım yolculuklarda kaygılanmaya ve huzursuz olmaya başlamıştım.  

Kısaca Portekiz uçuşum oldukça uzundu ama ona rağmen sıkıntılı geçmedi, Uçakta onca insanı görünce rahatlıyordum. 

Portekizde kaldığım süre boyunca da oldukça iyiydim. Zaten en yakın arkadaşlarımdan biriyle beraberdim ve bu bana çok iyi geliyordu. Zira en büyük korkum olan “yurt dışında hastalanma” durumu başıma geldi. Mayıs ayı olmasına rağmen sırf okyanusa girmiş olmak için okyanusa girdiğimden gece ateşim yükselmiş ve boğazım şişmişti. Kendimi çok kötü hissediyordum. Ancak arkadaşım sabaha kadar başımda bekliyor ateşimi düşürmeye çalışıyordu. 3 gün küçücük odadan hiç çıkmadım. Antibiyotik de yoktu, eczaneler vermemişti. Marketten koca bir kutu bal almış kaşık kaşık yiyordum iyileşmek için. Ama halsizliğim bir türlü geçmiyordu. Arkadaşımın Portekizli arkadaşı beni ziyarete geldiğinde bize kızdı. Odadan hiç çıkmadan temiz hava almadan nasıl iyileşeceğimi sanıyormuşum. Ama annem taaa ankaradan arayıp arkadaşıma talimatlar yağdırıyordu. Stresim artıyordu. Ama Portekizli arkadaşı dinleyip dışarı çıktık ve gerçekten de hem sohbet etmek hem de açık hava bana çok iyi gelmişti. Moral gibisi var mıydı :)

Moral gibisi elbette yoktu; ama anladım ki yurtdışına çıkarken bir kutu antibiyotik ve gerekli ilaçları yanımızda taşımak oldukça mühimmiş.. Yapacağımız hazırlık panik yapmamızın önüne geçebilir... :)



9 Ekim 2019 Çarşamba

Uçaktan çok korktum!



Erken yaşta işe girmemle hayatım düzene oturmuştu. Sabah 9 akşam 6 çalışıyordum. Sonra ya yorgun argın eve gelip internet başına oturuyor ya da arkadaşlarla yemek yiyordum. Böyle böyle yavaş yavaş büyüdüm.

İşe girdikten bir sene sonra ilk yurt dışı deneyimimi nihayet yaşamıştım. Katıldığım bir yarışmada dereceye girmiş ve Yunanistan’a davet edilmiştim. Kendimi çok mutlu hissediyor ama bir yandan da nasıl gideceğimi düşünüyordum. Sonra içimi rahatlatan bir şey oldu ve Türkiye’den bir katılımcının daha yarışmada dereceye girdiğini öğrendim. Ben Ankara’dan o ise İstanbul’dan gidecekti.

Uçağa pek rahat binememiştim. Korkum çok büyüktü. Ama yeni bir yer görme isteğim korkumdan daha büyük olacaktı ki uçağa binmiştim. İçimi rahatlatan şey İstanbullu katılımcının bana İstanbul-Atina uçuşunda eşlik edecek olmasıydı.

Katılımcı kız o kadar dingin bir kızdı ki yanında huzur buldum. Benden küçük olmasına rağmen benden büyük gibiydi. sanırım yatılı okulda büyümüş olmasının bunda etkisi büyüktü. Zira ben yanında endişeli ve panik biri olarak kalmıştım. O ise aklı başında gayet sakindi. 

Gece olunca yabancı bir ülkede tek başıma bir otel odasında kalmaktan korktuğumu fark etmiştim. Korkularım sanki yavaş yavaş serpiliyordu. Ancak ilk kez yurtdışına çıkış yapan biri olarak tüm bu çekincelerimin gayet normal olduğunu düşünüyordum. Zira yaşım da küçüktü. Ama gece korkulu rüyalar görüyordum. İçim sıkılıyordu... 

Görmek istediğim çok fazla ülke vardı ancak uçağa binmek ölüm gibiydi. En çok sabaha karşı olan uçaklara binmekte zorlanıyordum. Çünkü o uçaklar için gece 3 gibi kalkmak gerekiyordu. Kalbim deli gibi çarpıyordu.. Bu durumu birkaç kez deneyimledikten sonra uçuş saatlerini gündüze ayarlamaya çalıştım. Ve yalnız da seyahat edemiyordum.


Yazmak bana çok iyi geliyordu...




Lise yıllarımın sonlarına doğru daha sosyal biri olmaya başladım. MTV izliyor, yabancı şarkılar dinliyordum. Çevremdeki bazı arkadaşların ciddi etkisi altındaydım. Lise arkadaşım Stefan King okuyordu, ben de Stefan King okumaya başladım. Mahalle arkadaşım alternative rock dinliyor ben de dinliyordum. Sanırım şanslıydım, rol modellerim gayet iyiydi.

Lisede mektup arkadaşlığı diye bir kavramla tanıştım. MTV'nin teletexinden kendime 8-9 tane mektup arkadaşı buldum ve onlarla yazışmaya başladım. İngilizce kursuna da başlamıştım. İngilizcem hızla ilerliyordu. Yazmak bana iyi geliyordu. hem başka kültürleri tanıyordum hem de kendimi anlatıyordum...yazarken olayları daha iyi analiz ettiğimi de farkettim.

Çocukken de anneme mektuplar yazıp masaya bırakıyordum.. sabah okuyordu ve bana cevap yazıyordu nasıl mutlu olduğumu anlatamam.

21 yaşında bir arkadaşımla beraber Almanya’da gençlik kampına başvurduk. Kamp 3 hafta sürecekti. Annem şiddetle karşı çıkıyordu zira başıma bir şey gelmesinden korkuyormuş. O zamana kadar yalnız başıma hiç seyahat etmemiştim. Annemin endişeleri bana geçmiş olacak ki, “içimde bir korku var” cümlesini kurmuşum günlüğümde.

 Evet annem bana endişe etmeyi öğretmişti. Korkuyordum. Neden korktuğumu bilmiyordum. Belki tanımlayabilsem korkmayacağım. Ama içimde bir korku vardı işte. Kurstan tanıştığım bir arkadaş da kampa gelirim deyince ve annesini annemle tanıştırınca annem ikna olmuş ve kampa yazılmıştım. Ancak aynı zamanda işe girince benim kamp yanmıştı. Çok üzülmüştüm ama sanki bir yandan da endişelerim son bulmuştu.